SRİ LANKA – COLOMBO

Sabah Varakala’dan erkenden havaalanına gitmek üzere yola çıktık. Güzel bir yolculuk yaptık ve Sri Lanka’dayız. Colombo havaalanından Sri Lanka’ya giriş yaptık. Yeni bir gün, yeni bir ülke ve yeni bir macera başlıyor. Çıkışta kapıda bizi karşılamaya gelmiş otel görevlisi ile buluştuk ki aslında aklımıza o zaman İnci geldi. Artık macera üç kişilik İnci, Özgür ve ben . Biz otel görevlisi ile kaldık ve Özgür tekrar giriş yapıp ön kapıda İnci ile buluşup geldi ve işte macera başlıyor. Biz Sri Lanka sonrası Özgür ile İstanbul’a dönüş için tekrar Delhi’ye döneceğiz ama sorun şu ki Özgür’ün vize sorunu var. Sri Lanka’dan tekrar Hindistan vizesi alması gerekiyor.

Burada tekrar hatırlatayım ki Hindistan için turist vizesinde iki defa giriş vizesi alabiliyorsunuz ama journalist vizesi alıyorsanız iki girişli vize vermiyorlar. İşte bu sebeple otele gitmeden önce konsolosluğa uğrayıp Hindistan için vize başvuru yapılması gerekiyor. Öğle tatiline denk geldiği için Özgür’ü konsoloslukta bırakıp biz İnci ile otele geldik. Otel çok güzel bir villa. Adeta bizim gibi. Giriş yaptık, biraz yapmak istediğimiz Sri Lanka yolculuğu için otelin turizm görevlisi ile konuştuk, yardım istedik, çay içtik ve aslında Özgür’ü otelde epey bekledik ve Özgür geldi. Vizeyi 31 Temmuzda vereceklermiş, haydi hayırlısı. Bavullarımızı odamıza yerleştirdikten sonra Rikşa ile şehri keşfetmek üzere yola koyulduk.

Sri Lanka maceramız başlıyor.

Önce Gangaramaya Budist Tapınağı ile başladık.  Tapınak adeta bir müze gibi. Heykeller, objeler içi içe yan yana inanılmaz bir depo gibi aynı zamanda burası ve kültürü anlamak hem kolay hem zor bu kadar kalabalık bir obje mekanında. Ama çok huzur verici ve sakin bir mekan aynı zamanda. Bu arada saatlerce kalınıp her şeye ayrıntısı ile hakim olmaya çalışabilirsiniz. Yada bizim yaptığımız gibi biraz bakınarak bile büyüsüne kapılır bir daha unutmayacağınız heykellerle fotoğraflar çekip, anı ölümsüzleştiri ve mistik havasından faydalanırsınız. Tapınak yüzyıldan beri varmış ve içerideki bütün objeler, heykeller hep bağışlarla elde edilmiş.

Gangaramaya Budist Tapınağı, objeler, heykeller, hepsi bağışlardan oluşuyor.
Gangaramaya Budist Tapınağı, bahçede elimize çiçek sepetleri verip bizi Ölüm Merasimi için çembere dahil ettiler, ne yapacağımızı bilmek için bayağı kopya çektik etrafımızdan, merasim sırayla üst katta elimizdeki çiçek sepetlerini Budha’ya sunmakla bitti
Gangaramaya Budist Tapınağı, kalabalık olan, tapınağı yaşatan heykeller, konuşuyorlar gibi, size sakin olursanız şanslı olursunuz diyen bilgeler gibi, sessiz, sakin.
Gangaramaya Budist Tapınağı heykelleri, her biri bir duygu yüklü.
Gangaramaya Budist Tapınağında ibadetin zarafeti.

İkinci adresimiz yol üzerinde, Beira gölün üzerine uzanan bir başka tapınak. Seema Malaka tapınağı. Tapınakta resim çektirirken ilk uyarımızı aldık, Sri Lanka’da tapınak ziyaretlerinizde Budha’ya sakın arkanızı dönüp resim çektirmeyin, uyarıyorlar ki saygısızlık etmemek için bundan sonrasında hep bu kurala uymaya gayret ettik.

Beira Gölü üzerinde Seema Malaka Tapınağı, zarif ve sessiz.

İnci bizden 2 gün önce gelmişti Colombo’ya. Akşam için güzel bir yemek rezervasyonu yapmış. Rezervasyon akşam 21.00 için ki öncesinde yer yokmuş, meraklandık valla.

Araları doldurmak için ve Colombo’da görmek istediğim yerleri düşünüp yakınlarda ne var diye sorup soruşturduktan sonra Colombo’nun meşhur Pettah Çarşısını bulduk, yürüye yürüye.

Pettah Çarşısı ve karmaşası

Pettah Çarşısı hiçte beklediğim gibi değildi. Geçmiş yıllarda Tayland Bangkok ta ki gibi çarşılara benzer diye bekliyordum. Yerel ürünler, alışveriş gibi bir beklentim vardı ama bildiğin Eminönü çarşısı gibi. Hatta Eminönü’ne haksızlık olmasın yerel olan sadece Tropikal meyveleri idi. Hızlıca gezdik ve çıktık.

İnci’nin yer ayırttığı restoranın olduğu yere yürümeye başladık. Burası Hindistan kadar kalabalık ve karışık değil, bu güzel, zira Hindistan’ın karmaşık trafiği ve kalabalık insanları  artık yorucu olmaya başlamıştı bizim için.

Güzel ve eski bir meydanda iç avluda restoranlar, barlar olan  bir yere geldik. Önce meydanda bizim restorana sırtını vermiş bir barda canlı müzik eşliğinde bar taburelerine tüneyip birer mojito içtik ki valla medeniyet fena değilmiş aslında, keyiflendik.

Bir yanım hala Hindistan ama bir yanımda Mojito ve Canlı Rock Müzik keyfinde yaaa, fotoğrafa bile yansımış valla

Yemek saatimizde dünyaca da meşhur olan bir yengeç restoranına geçiş yaptık. Restoranın adı Ministry of Crab. Restorana bakınca Sri Lanka’nın bir öyle bir böyle olduğunu anlamaya başlıyorsunuz. Bir tarafta ayağında terliklerle dolaşan ortanın altında yaşam süren bir topluluk bir tarafta ise İstanbul’da bile lüks diyebileceğimiz kantitede bir hayat.

Ministry Crab dünyaca ünlü bir mekan ve Colombo’da. Her birimize bir yengeç ve yengeçlerin kabuklarına saklanmış minicik etleri ile doymaya çalışmak.

Servis, önlükler filan pek fiyakalı, hatta Hindistan’dan sonra pek bir ağır geçiş oldu bizim için ama restoran çıkışı ödediğimiz en pahalı hesap ve yediğimize bakılırsa da ki biraz açtık, hem yemesi hem açlık ve hem de hesabı düşününce olmasa da olurdu gibi geldi bana, ama anı anıdır.

Otele Rikşa ile dönüş yaptık ve biraz aç biraz yorgun uyuduk.

Burada Rikşalar taksimetreli, “Aç taksimetreni” diyince biraz itiraz ediyor bazısı, ama çokta önemli değil arada ki fark bizim paramıza dönüştüğünde birkaç liradan fazla değil.

Gün içerisinde, otelin yardımı ile ayarladığımız şoförlü araba ile Sri Lanka turu yapacağız. Sabah 10.30 da arabamız bizi almaya gelecek. Haydi bakalım…

 

SRİ LANKA – HABARANA

Bir gün önce Hindistan gezimizi Kerala’da noktalayıp Sri Lanka’yı gezmek, keşfetmek ve sevmek için Colombo’ya geldik.

Sri Lanka bugüne kadar gördüğüm uzaklardan farklı bir kültür. Kültür karışık, önce Araplar gelmiş “Serendib” demişler, sonra Portekizliler gelmiş “Ceilao demişler, sonra İngilizler gelmiş “Seylan” demişler ve böylece gerek mimaride ve gerekse kültürde karmakarışık bir ortaya karışık olmuş Sri Lanka. Zaten Sri Lanka ismi bile 1972 den başlıyor. Sanskritçe de Sri “Saygıdeğer” Lanka “ Topraklar demekmiş. Aslında coğrafi olarak Hindistan’ın göz yaşı gibi adlandırılmasının bu kültür karmaşası ülke için ironik bir açılımı da olabilir. Kısacası ne batılı olabilmiş ne de doğulu kalabilmiş bir kültür karmaşasını geziyoruz ki her yerde ve her şeyde bunu hissedebiliyorsunuz. Ama Hz Adem’in cennetten dünyaya indiği yer olarak da düşünülecek olursa doğası insanı gerçekten çok etkiliyor ve bu nimet sayesinde turizm geliri ülke için çok önemli. Bu yüzden turist olarak siz sadece para anlamına geliyorsunuz bir anlamda Sri Lanka için ki bunu da bütün gezimizde hep bize hatırlatan anılarımız oldu.

Nüfusun büyük çoğunluğu Budist olmakla birlikte hristiyanlık da çok yaygınmış gibi hissediyor insan, her yerde bir çok kilise görünce ki bu sömürge döneminin izleri aslında.

Bizim gezi rotamız şöyle; Önce Habarana’ya gideceğiz Colombo’dan. Ama yol üzerinde Anuradhapura’yı gezeceğiz. Habarana’da gece konakladıktan sonra ertesi gün Polonnaruva gezisi ve Village Safari yapıp Sigiriya gezisi ile tamamlayacağız Habarna konaklamamızı. Ertesi gün önce yol üzerinde Altın Tapınak ve Dambulla gezisi ile Kandy’ye gideceğiz. Kandy konaklamasında gezilcek yerleri tamamladıktan sonra yol üzerinde yine Nuwara Eliya gezisi yapıp Kataragama’da konaklayacağız. Kataragama’da ertesi gün Yala Safari yapacağız ve bir gece daha konakladıktan sonra Bentota’ya gitmek üzere sahilden yolculuk yapıp, Galle’ye uğrayacak ve Bentota’da okyanus keyfi yapacağız ve bir gece daha dönüş için Colombo’ya gelip oradan Sri Lanka maceramızı bitireceğiz. Bütün bu yolculuğumuz için şoförlü bir araba kiraladık. Ve sabah 10.30 da macera başladı.

Colombo da villamız bahçsinden bir kaç resim çektirmeden yola koyulmayalım dedik.

Arabamız çok güzel, hava sıcak ama klimalı lüks bir yolculuk başladı bizim için. İlk durağımız Mahabadhi Temple. Burada Bodhi Ağacı var, anlamı Budha’nın aydınlandığı ağaç olması. Çok sıkı korunuyor. Hindistan’da da alışık olduğumuz gibi genelde her temple ziyaretinde bir rituele tanık oluyor insan. Burada gördüğümüz rituel beyaz giymiş bir sürü kadın ve Budist Rahiplerle yapmış oldukları ayindi. Anlamını sorduk; Çocuğu olmayan kadınların çocuklarının olması için yapmış oldukları bir ayinmiş.

Mahabadhi Temple, Budha’nın aydınlandığı ağacı gördük ve çocuğu olmayan kadınların katıldığı bir ayine şahitlik ettik.

Bir süre izledik ve ikinci durağımız olan İssurumi Tapınağına ulaşmak için yola devam ettik.

İssurumi Temple ile granit kayalardan oyulmuş Temple ve heykel kültürü ile tanıştırdı bizi. Bu çok etkileyici bir kültür aslında.

Issurumi Temple
Issurumi Temple, renklerin büyüsü

Sabah erken kalktık ve uzun soluklu, bol gezmeli bir gezi sonrası yorgunuz, otelimize geldik, çok şeker ve sevimli bir otel. Bahçede sıra sıra tek katlı odalar ve sunumu çok şeker bir yemekli ağırlama sonrası harika bir uyku.

Yemekler güzel bir sunum, biz ve komik turist arka masamızda.

Sabah doğanın harika sesleri ile kalkıp güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Polonnaruwa’yı gezmek üzere yola koyulduk.

Monitör Kertenkele ile ilk karşılaşmamız, her yerde

Polonnaruwa 10-12. Yy da antik başşehir. Tarihin Budizm kültürü kalıntıları bizim için ama Budistler için adeta bir hac merkezi imiş. Burada hatırladığım en önemli anım kızgın kumlarda zıplaya zıplaya kalıntıları gezme eziyeti oldu benim için.

Polonnaruwa

Tarih granit kayalar ve üzerlerindeki harika figürler ile aslında bir harabeden çok bir ihtişam gibi görünüyor ama en anlamlısı benim için, tarihi kalıntı binaların bütün girişlerinde Moonstone figürü idi. Doğum, yaşam ve ölüm anlatılıyor figürlerle ve yarım tablet şeklinde ki bu sonsuz döngü için anlamlandırılmış.

Pollonnaruwa gezisi sonrası mola

Burada bir manastırda var Budist rahip eğitimi için.

Polonnaruwa, Sri Lankalı öğrenciler tarihlrini gezmeye gelmiş, Sri Lanka da eğitim ücretsiz ve çok öenmli. maymunları beslemek her zaman. Budist Rahip bahçede köpeklerine yemek dağıtıyor.

Ayrıca en etkileyici başka bir yer yine bu kalıntıların uzağında bir yerde granit kayalara oyulmuş, oturan, yatan ve ayakta Budha heykelleri oldu benim için. Bu devasa heykeller insana sanatla dinin en güzel buluşması gibi geliyor baktıkça. Buranın adı Gal Vihale.

Gal Vihale

Çok uzunca kaldığımız bu tarihi kalıntılarda sıcak epeyce bunalım yaşattı bana o başka ama arabaya binince klima ile iki nefes aldıktan sonra merakla beklediğim Village Safari için safarinin başlangıç noktasına yolculuk yaptık. Yolculuklar uzun olmakla birlikte iki taraflı yemyeşil yollarda bakınarak gitmek teselli oluyor insana, bu arada belirtmek isterim.

Village Safari için önce bir öküzün çektiği tahta bir arabaya binip yol alıyorsunuz. Sonra kano ile kısa bir yolculuk yapıp karşı kıyıya köy yoluna ulaşıyorsunuz. Kanoyu çeken rehberimiz arada kanoyu bırakıp lotus goncaları ile bize kolyeler yapıp hediye ediyor ki bu çok hoştu.

Village Safari için yolculuk başlıyor.

Köy yolunda yolculuk tarlalardan geçerek kısa sürüyor. Köye ulaştığımızda tamamen turistik amaçlı oluşturulmuş bir çamur evde bizi Sri Lankalı bir kadın bekliyor. Önce birlikte dibekte pirinç öğütüyorsunuz. Sonra muz yapraklarında yöresel yemekler yiyip azda olsa sohbet ediyorsunuz. Dönüş Rikşa ile tamamlanıyor. Güzel miydi? Eh işte anı oldu diyelim.

Village Safari evcilik oyunu

Yeniden yola koyulduk ve istikamet Sigiriya Kayasında gün batımı ritüeli gerçekleştirmek.

Hindistan cevizi ve Monitor her yerde
Sigiriya Kayasının eteklerinde müzesi var, önce kısa bir müze gezisi yaptıktan sonra 750 basamak olan 122 metre yükseklikte tek kaya parçasının içi oyularak yapılmış tapınağa tırmanışa başladık. İlk basamakların her iki tarafında devasa aslan pençeleri var. Sigiriya’nın anlamına uygun. Aslan Kayası.
Sigiriya Müzesi aslında Sigiriya Kayalarındaki figürlerin bir replikası ama kısa bir gezinti fikir olarak güzel bir rehberlik yapmış oluyor öncesinde.
Sri Lankalı Kadın olmak böyle bir şeymiş, ama parmak arası tokyolar efsaneydi.

Tırman tırman bitmiyor, tırman tırman bitmiyor. Arada yüksek sesle konuşmayın, bağırmayın, arı saldırısı olabilir uyarısı sonrası bir de baktık ki Sigiriya Kayasının alt eteklerine tutunmuş devasa ama gerçekten devasa arı kovanları var. İlk defa böyle bir şey görüyorum ki gerçekten çok etkileyiciydi.

Sigiriya Kayasının eteklerinde devasa arı kovanları.

Yol boyunca bitkisel boyalarla yapılmış duvar ikonlarını da seyrederek ilerliyorsunuz. Temple içerisinde ki duvar ikonları Budha figürleri. Oldukça korunmuş gibi görünüyor, koruma için yumurtanın beyazı ile bal karışımını ikonların üzerine sürerek korumuşlar zamanında. 1.600 yıl boyunca renklerini muhafaza edebilmiş olmaları mucize gibi gerçekten.

Sigiriya Kayası 122 metre yüksekliği olan tek bir kaya parçasının içi oyulmuş bir sanat harikası, görmek için 750 basamak tırmanmak gerekiyor. Başa gelen çekilir misali tırmandık.
Aslında bir çok resim Budist Rahipler tarafından meditasyona engel oluyor diye silinmiş ama sil sil bitmeyen bir sanat var ortada.
Mucize kadar özel bir tarihi arkana alıp selfi çekmekte başka bir güzel

Sigiriya Kayasının tepesini bulduğumuzda aşağıdan ulaşılması güç gibi görünen bu tepeye tırmanmış olmanın mucizesini yaşıyor insan ve kendimi tebrik ettim valla.

Sigiriya Tepesi

Tırmanmak değdi mi? Değmedi gibi zira güneş puslu bir havada bize kendini göstermedi, valla alacağı olsun çok kırıldım güneşe. Tepede Turist yoğunluğu, gürültü, kalabalık derken benim ilgi alanım maymunlar ile bayağı güzel vakit geçirdim diyebilirim.

Sigiriya Tepesinin sahipleri Maymunlar, bu arada kendi pirelerini temizlerken Özgür’ünde pirelerini temizlemeyi ihmal etmediler, şaka şaka, ama sanki?

İnmek çıkmaktan kolay olunca arabamızın yolunu çabuk bulduk ve otel, yemek ve yorgun beden hemen uyku moduna geçti.

Sigiriya( Aslan) Kayası gerçekten görülmesi gereken bir yer, ulaşmak zor ama mutlaka görülmeli. Güne damgasını vuran Sigiriya Kayası ve ev sahibi maymunlardı.

Yarın günlerden Kandy.

SRİ LANKA – KANDY

Sabah Habaran’da otelimizde uyanıp güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra biraz geç çıktık yola.  Kandy yolu üzerinde önce Golden Temple / Dambulla ziyareti yaptık. Golden Temple 30 metrelik altın rengi Budha heykeli ile sizi karşılıyor, bir müzesi var, kısa bir ziyaret yapılabilir müzeye, tarihi ve biraz sonrası için bilgi toplamak bakımından.

Altın Tapınak, 30 metrelik bir Budha Heykeli, Etkileyici

Ama asıl etkileyici bölüm bundan sonra başlıyor. Bu sefer 364 basamak tırmanarak beş ayrı odadan oluşan Dambulla’ya ulaşıyorsunuz.

Altın Tapınağın hemen solunda Dambulla yolunda. Bu arada İstanbul’da kedi görmek ne kadar sıradan bir şeyse yollarda, Sri Lanka’da maymun görmek o kadar sıradan. Sülalecek her yerdeler.

M.Ö. 1. YY da yapılmış burası. Beş mağarada 150 den fazla Budha Heykeli ve 2000 m2 yi kapsayan, Budha’nın yaşamını anlatan duvar resimleri ile büyüleyici bir atmosfer ile karşılaşıyorsunuz.

Birinci mağaranın adı Devaraja Viharaya, 15 metrelik yatan Budha heykeli var. İkinci mağara Maharaja Viharaya, bu mağara diğerlerine göre en büyük olanı, 52 metreye 23 metre olan mağaranın tavan yüksekliği 7 metre.  En çok heykel ve duvar figürünü burada izlemek ve Budha’nın yaşamını tavanları dahi resimlenmiş bu duvarlarda öğrenmek sanki mümkün gibi. Üçüncü mağara Maha Alut Viharaya, Pachima Viharaya dördüncü, Devana Alut Viharaya ise beşinci daha küçük olan mağaralar.

Dambulla, dışarıdan baktığında içeride ki mucizeyi, renkleri, heykelleri anlayamayacağın kadar sade bir görüntüyle karşılaşıyorsun.
Dambulla, ilk resim en büyük olan Budha heykelinin olduğu birinci mağara, Devaraja Viharaya, heykel 15 metre ki zaten bütün mağarayı kaplıyor. İkinci ve en büyük mağarada, Maharaja Viharaya, tavan yüksekliği 7 metre. İnsanlar önce mağara yapmak için bu granit kayaları nasıl bu kadar derin ve yüksek oyabilmişler, düşününce bir çıkarım yapamıyor insan.
Dambulla, ikinci ve en büyük mağara, Maharaja Viharaya, en çok heykel ve duvar resmi burada var.
Dambulla, Budha heykelleri seni sana anlatan bir dinginlikte, huzur verici bir ortamda olduğunu iliklerine kadar hissedebiliyorsun.
Dambulla, üçüncü mağara, Maha Alut Viharaya, heykeller şaşırtıcı derecede kusursuz ve bitkisel boyalarla yapılmış duvar resimleri karanlık mağara ortamında mucize gibi hatasız ve çok güzel.
Dambulla, duvar resimleri ile figürlendirilmiş Budha’nın tepesinde hayat ağacı dikkat çekiyor.
Dambulla, dördüncü mağara,Pachima Viharaya, Budha’nın 150 den fazla heykelinden ikisi ki ben Nirvana figürünün önünde minicik kaldım. Duvar resimlerine mi bakayım, heykelleri mi inceleyeyim, bilemedim? Şaştım kaldım!
Dambulla’da duvar resimleri Budha, hayatı ve Budizm için bir kitap gibi resimlerde
Dambulla, Devana Alut Viharaya, 5. en küçük olan mağara ve Özgür iş başında.

Gerçekten çok etkileyici bir izlenim oldu benim için.

Dambulla inişi karpuz kabuğunun içinden kendine atıştırmalık çıkarmaya çalışan maymun beni mistik diyarlardan komik diyarlara geri getirdi.

Sri Lanka demek benim için; Granitin en güzel formlarda heykelleşmiş hali ve bitkisel boyaların duvarlarda yarattığı mucizevi tamamlayıcı ve büyüleyici görünümü.

Dambulla sonrası arabamız ile Kandy yolundayız, ama yol bitmek tükenmek bilmedi, çok sıkıcı ve yorucu mu oldu? Şimdi düşünüyorum da olacak o kadar. Aslında yol fena değildi de Kandy girişi trafik bitmek bilmeyen yoğunluk, yoğunluk ki anlatamam. Bir türlü giremedik Kandy’ye ki aklınızda olsun sabah çok erken yada gece çok geç ancak trafiği yaşamadan Kandy de olabilirsiniz.
Kandy’ye giriş sağladıktan sonra otelimizi bulduk, tepelere tırmanıp, kısa bir sorunu atlattıktan sonra iki odaya yerleşip akşamüzeri Kandy keşfi için yeniden aşağılara indik, yürüdük, yemek yedik ve ertesi gün maceraları için güzel bir uykuya daldık.

Sri Lanka’da yemekler artık daha bir yenilir, yutulur cinsten olmaya başladı.

Ertesi sabah çok erken kalkıp, kısa bir kahvaltı sonrası erkenden yola çıktık, zira Kandy trafiğini atlatmamız lazım. Başarılı olduk. İlk durağımız Dalada Maligawa/ Diş tapınağı.

Dalada Maligawa, Budha’nın dişi burada saklanıyor. arka tarafında ikinci bir bina var ve orada da Budha’nın yaşamının resimli anlatımın olduğu figürlü resimler her iki duvarda sergileniyor.
Dalada Maligawa/ Diş Tapınağı Bahçesi

Efsaneye göre Budha Hinstan’da yakıldığında sol köpek dişi yanmamış ve Krallar krallar dişi emanet olarak elden ele geçirmişler ve dişe her kim sahip olursa toprakların hükmüne de o sahip olacağı yönünde bir inanç hüküm sürmeye başlamış.  Emaneti ele geçirmek için savaşla düzenlenmiş. Son olarak rivayete göre dişi elinde bulundurun bir Krallık dişi Sri Lanka’ya getirmiş. Sri Lanka’yı seçme sebepleri Budha’nın kendi dininin orada 2,500 yıl boyunca güvende kalacağını söylemesiymiş.
Efsane bir yana diş var mı yok mu onuda bilmem ama inanılmaz bir kalabalıkta merdivenleri yara yara çıkıp kapalı bir perdenin arkasında olduğu düşünülen dişe saygı ve ibadet yapan Budistler yine inanılmaz bir kalabalık olarak birbirlerini eze eze merdivenlerden iniyor ki bizde arada kaynadık gitti.

İkinci durağımız Fil Yetimhanesi. Aslında amaç Fil yetimhanesi ziyareti idi ama orada fillere dokunamıyormuşsunuz, yakınında benzer bir yer varmış ki bunu şoförümüz önerdi ve bizi oraya götürdü. Kalabalık bir turist yoğunluğu dört adet ayaklarında boyunlarında zincirli zavallı filler. Tayland ve hatta Hindistan’dan sonra Sri Lankalılardan neredeyse nefret edeceğim kadar sinirlendiğim bu görüntüye rağmen Özgür ve İnci için bu görüntüye katlanmak zorunda kaldım.

Sri Lanka’da insanlar fillerden korkuyor, filler saldırı yapabiliyormuş. Neden? Çünkü Sri Lanka bir vahşi yaşam parkı gibi ve filler tarlalara zarar veriyor diye geçmişte çok öldürmüşler, dişleri içinde öldürülmüşler muhtemelen zira Gangaramaya Temple’da  fil dişlerini görmüştüm çokça içim acıyarak.
Ehh hal beöyle olunca fillerden Sri Lankalıya saldırı yapar tabi.

Her neyse biz kapıda bize etkinliği anlatan adamı dinleyerek inandık, önce file binip dolaşacakmışız, sonra besleyecekmişiz, sonra birlikte banyo yapacakmışız. Aldık biletleri girdik içeri.

İçeride durum şu, bir kuyruk var, kuyruk ve aktivitesi sanki lunaparkta dönme dolap için gibi. Sırası gelen file biniyor, beş dakika küçücük bahçede bir gidiyor, bir geliyor, hoop iniyor bir başkası biniyor.  Sonra sana parayla senin bile yediğinde dişinin kovuğuna gitmeyecek tropikal meyve tabağı satıyorlar, fili besliyorsun. Eeee? Banyo?  Valla çok kalabalık banyo yok diyorlar.

Bir fille bu kadar yakın olmak beni her seferinde inanılmaz heyecanlandırıyor, mutlu ediyor. Benim bir filim olmalı yaa.

Öncelikle ben zincirleri olmayan bir fil diye tutturdum neyse onu başardım. Sonra bizi kapı dışarı edince adamlar, kapıda bize anlattığı gibi bir almana yalandan aktivite anlatan adamı hedef alıp bağıra çağıra yalan olduğunu burada fillerin sirk hayvanı gibi eziyetle kullanıldığını vs vs anlatmaya başladım. Alman vazgeçti gitti, ama benim bağırışlarıma oranın sahibi geldi, zorla bizi içeriye buyur etti, dişleri olan zincirleri olmayan bir fili birlikte banyo yapmamız için bize getirdi. Elimize birer Hindistan cevizi kabuğu verdi yıkamak için, filin adı Raca, mutlu değildi muhtemelen ama belki sevgimiz ona geçerde biraz mutlu olur dedik doya doya sarıldık.  Ehh işte biraz gönlümüzü aldılar mı? Ben hiç tatmin olmadım ama neyse.

Hindistan Cevizi Kabuğu ile fil yıkama aktivitesi bir ilk benim için, ayrıca bu kadar güzel dişleri olan bir fili ilk defa görüyorum. Maşallah. En komik tarafı da yemeğini aldı hamam geldi sanki kerata.

Çıkışta ben üzerimi değiştirirken Özgür bir karşı kaldırımda bir yılan oynatıcısı bulmuş, İnci koşa kaşa bana haber verdi ki Özgür bir Piton yılanını almış boynuna sevişiyor. Ben de, ben de! Hayatımda ilk defa bir yılan ile bu kadar yakın ve sıcak bir temas kurdum ki tek kelime ile harika idi. Hem de hiç beklediğim kadar sıcak, yumuşak ve zarif bir hayvanı hissettim boynumda, bacaklarımda, belimde, kollarımda. Bir daha olsun çok isterim. Pitonumun adı Barbara, Barbara ile çok güzel birkaç dakikam oldu ve Barbara’ yı unutmayacağım.

Barbara bir Piton, ama çoook şeker, yumuşacık, ipek gibi.

Bu güzel ilişkiden sonra arabamıza bindik ve şimdi istikamet Peradeniya Botanik Bahçesi. Çok güzel bir yer, ilk defa kendimi çok rahat hissettim Sri Lanka’ya geldiğimden beri. Güzel bir yemek yedik önce ve botanik bahçesinin devasa Bambuları ve adını bilmediğim olağan üstü ihtişamlı ağaçları ile buluştuk yemyeşil çimenlere ayaklarımızı basıp basıp rahatlayarak.

Peradeniya Botanik Bahçesi, rengarenk çiçekler, yemyeşil bir doğa.
Peradeniya Botanik Bahçesi, yemyeşil çimenlere yürümek, devasa bambulara sarılmak, cennet gibi valla.
Peradeniya Botanik Bahçesi, bambular ve ağaçlar bizi bizden aldı.
Peradeniya Botanik Bahçesi, Gez gez bitmedi.

Son etapta dedim ki “Çocuklar Muson geliyor”  Ben biliyorum, zira Tayland’da çok yaşadım bunu, hemen anlarım havanın değişiminden. Yok mok derken bir bastırdı, pir bastırdı. Kendimizi önce ulu ağaçların şemsiye dalları ile korumaya çalıştık, ama bu muson, ıslandık ki ne ıslandık. Derken 15 adım ilerimizde bir kulübeye uçarak sığındık sırılsıklam. Dindi, dinmedi derken etkisi azalınca yürüdük çıkışa ve çıkışta alışveriş çılgınlığı için dükkana girdik, yaptık işte bir çılgınlık, aldık ufak tefek bir şeyler eşe dosta.

Arabamız bizi otele getirdi, apar topar kısa bir duş ve geleneksel dans gösterileri izlemek için yine yollar.  Dans gösterisi kalabalık bir gösteri salonunda havasız, boğucu bir ortamda olmasına rağmen danslar ve dansçılar güzeldi diyebilirim.

Sri Lanka Yöresel Dans Gösterisi
Sri Lanka Yöresel Dans Gösterisi ve Ateşle Dans

Akşam yemeği için sanırım yine Kandy’nin en pahalı restoranını bulduk, ama güzel bir yemek yedik, sonra otel ve derin bir uyku. Yarın yine yollar var. Önce Nuwara Eliya sonra Kataragama.

Kandy’de akşam yemeği pek fiyakalı

 

BENTOTA – SRİ LANKA

Bentota Sahilinde bir taraf okyanus bir taraf ise bu garip, hatta üstümüze yürür mü acaba diye birazda ürktüğümüz, ağaçlar

Hep birlikte dalgalarla sörf yaptıktan sonra şezlonglarımızda güneşi batırdıktan sonra, duşumuzu alıp yine Bentota’ya alış veriş çılgınlığı yapmaya gittik, alış veriş çılgınlığımız sonrası tatil köyümüze geri dönüp otelin deniz ürünleri restoranında balığımızı, deniz ürünlerimizi seçip güzel bir yemek ve bol içki eşliğinde geceyi sonlandırdık.
Tam yatmışken Özgür kapıyı çaldı ve “Hadi havuza girelim” dedi, ama ben gitmedim, keşke gitseydim.
Yarın Sri Lanka için son günümüzü değerlendirmek üzere Colombo’ya gidiyoruz.

Bir gün önce Yala Safarinin yorgun bedeni sabah nasıl olduysa geçmiş uyandım. Geçer tabi, zira yeni bir serüven başlıyor. Bentota’da okyanus keyfine doğru yolculuk başlıyor bu sabah.

Kahvaltı, bavul toplama filan falan derken sabah çok erken bir saatte yola koyulduk. Yolda önce Galle’ye uğrayıp bir fikir sahibi olacak kadar gezeceğiz, sonra sahilden sahilden Bentota’da konaklamaya doğru yol alacağız.
Yol çok güzel, bir tarafı yemyeşil bir tarafı okyanus. Bir süre sonra resimlerinden görüp merakla beklediğim Stick Fisherman ları gördük, hemen durduk resimlerini çekmek üzere. Biz resimlerini çekmeye başladığımızda yanımıza bir Sri Lankalı geldi ve resim çekmenin bile paralı olduğu Sri Lanka kafasını bir kere daha yaşadık. Anladık ki aslında çubukların üzerinde duran bu balıkçılar sadece turistlerin resim çekmesi için poz verenlermiş. Aslında balıkçı bunlar ama sabah erken saatlerde tutulurmuş bu yöntem ile balık.

Sonrasında birkaç tanesi çubukların üzerinde turist bekliyor, resim çeksin turistler para gelsin diye. Çaresiz veriyorsun parayı. Para para değil ama insan artık bu mantıktan sıkılıyor bir süre sonra.

Stick Fisherman, okyanus ve balık, bir başka dünya Sri Lanka
Stick Fisherman, sabah sabah olsa balık tutarlarken de görecektik ama bu hatıra resmi pozları oluyor.

Yol üzerinde Galle’ye uğradık. Kişiliksiz beton yığınları, yoğun bir trafik başladığında işte burası Galle diyorsunuz. Önce Arap denizcilerin sonra Portekizli kaşiflerin ve Holandalı, İngiliz sömürgecilerin izlerini arıyorsunuz. Bu izleri eski Galle dedikleri surların içerisine girdiğinizde görüyorsunuz. Genelde Hollanda mimarisi hakim binalarda.

Çok kısa ve hemen geçiştiriverdiğimiz bir küçük yürüyüş yaptıktan sonra, yeniden arabamıza bindik ve bir tarafı okyanus yolumuza devam ettik.
Yol üzerinde yerleşim alanları ve plajları ile devam ederken birini gözümüze kestirdik ve deniz ürünleri ile soğuk bira eşliğinde bir yemek yemeğe karar verdik.

Galle – Bentota arası yol üstü plajlardan birinde öğle yemeği deniz ürünleri keyfi. İşte şimdi keşif bitti sayılır, tatil başlasın!

Bentota yolu üzerinde dikkatimi çeken bir şey daha oldu. Burada balıkları tuzlayarak, kayaların üzerinde kurutup, bizim buralarda çiroz dediğimiz kıvama getiriyorlar ve dağlık bölgelere satış yapıyorlarmış. Kayaların üzerinde nasıl oluyor da kuşlar balıkları kapıp götürmüyorlar? diye düşündüğümüzde tuzlu olmasına bağladık cevabı.

Sri Lanka’da balıkçılık bizimkinden biraz farklı. Balıkları tuzlayıp kayalarda kurutuyorlar ve dağlık bölgelere gönderiyorlar.

Güzel bir yemek sonrası, kısa bir yolculuk sonrası Bentota’ya vardık. Bentota’da fantastik bir lüks yapmıştım İstanbul’da planlama yaparken, bir tatil köyünde kalacağız. Bu tatil köyü bir ada, motorla geçiyorsun tatil köyü girişi için.

Bentota Tatil Köyü motorunda tatile az kaldı, yaşasın!

İyi bir seçim miydi? Hayır. Zira bizim dışımızda beyaz turisti parmakla gösterebildiğiniz, Arap turistlerin işgal ettiği ki zira çok pahalı bir seçim, ama konforu bakımından fiyatının karşılığını vermeyen bir tatil köyünde kalmış olduk. Dinlendik mi? Kesin! Hoştu diyelim ama değer mi sorusunun cevabı değmez.

Bentota Tatil Köyü, okyanus her zamanki gibi kırmızı bayraklı, gün batımı muhteşem, çocuklar gibi şeniz valla.

Tatil köyü otelimizde odalarımıza yerleştikten sonra önce mayolarımızı giyip okyanus ve güneş keyfi yaptıktan sonra duşumuzu alıp yemek için Bentota’ya yolu tuttuk. Bizi taksi şoförü bir restorana götürdü önce beğenmedik, başka biri fena değildi, yedik içtik deniz kenarı ve otelimize geri gelip uyduk bir sonraki gün tatil tatil köyünde, Bentota’dayız.

Sabah kalktığımda düşündüm, aaaa??? Bentota’da tatil köyündeyiz ve bugün ben hiçbir yere koşturmayacağım tatil işte, yaşasın! Ama Özgür Colombo’ya gidecek vizesini almak üzere ve dönecek.

Neyse kahvaltımızı geldiğimizden beri her yerde her yediğimize ortak olan sincaplar eşliğinde yaptıktan sonra Özgür’ü yolcu ettik Colombo’ya ve biz mayolarımızı giyip İnci ile kendimizi kumsala, okyanusa bıraktık.

Bentota Tatil Köyü, tatil köyü farkı ile kahvaltı sonrası odama geldiğimde neredeyse bir aydır yaşamayı unuttuğum lüks ve temizlik şaşırttı beni valla.

Upuzun kumsal boyu bir yürüyüş yaptıktan sonra döndüğümüzde Özgür vizesini almış gelmişti bile.

Bentota Tatil Köyünde her yer sincap, ben Hindistan Cevizi yerken Sincap Kardeş suyunu içiyor, Hindistan Cevizi Kardeşliği!

Hep birlikte dalgalarla sörf yaptıktan sonra şezlonglarımızda güneşi batırdıktan sonra, duşumuzu alıp yine Bentota’ya alış veriş çılgınlığı yapmaya gittik, alış veriş çılgınlığımız sonrası tatil köyümüze geri dönüp otelin deniz ürünleri restoranında balığımızı, deniz ürünlerimizi seçip güzel bir yemek ve bol içki eşliğinde geceyi sonlandırdık.

Tam yatmışken Özgür kapıyı çaldı ve “Hadi havuza girelim” dedi, ama ben gitmedim, keşke gitseydim.

Yarın Sri Lanka için son günümüzü değerlendirmek üzere Colombo’ya gidiyoruz.

SRİ LANKA – KATARAGAMA

Sabah Kandy’deki otelimizde çok erken kalkıp Kataragama’ya gitmek üzere yola koyulduk. Yolda Nuwara Eliya yani meşhur Seylan çayının yetiştiği bölgeye uğrayacağız.

Nuwara Eliya uçsuz bucaksız çay tarlaları, kimi yerde düzlükte kimi yerde taraçalandırılmış haliyle yemyeşil.  Ve kadınlar, erkekler çay topluyorlar. Kadınların örüntüsü ayrıca bir renk katıyor manzaraya. Sarilerinin, yemyeşil çay tarlaları içerinde rengarenk görüntüsü gerçekten hari bir tablo gibi.
Ayrıca yol boyunca yeşile şelale ve ufak göl görüntüleri de karışınca seyretmeye doyum olmayan manzaralar ile yol yorgunluğu falan kalmıyor insanda. Zira hem tırmanıyorsun yol boyunca hem de virajlar, virajlar, ama yormuyor bedenini, gözün ruhuna huzur gönderiyor.

Nuwara Eliya yemyeşilin şelaleler ve çay toplayanlarla birleştiği bir cennet. Meşhur Seylan Çayı bu cennette yetişiyor. En güzel çay olmasının sebebi cennete yetişmiş olmasından geliyor herhalde.

Geleneksel bir çay turu yaptık bizde. Bir çay fabrikasında durduk ve bize rehberlik eden bir görevli eşliğinde tarladan gelen çayın geçtiği işlemleri, makinelerini ve son haline gelene kadarki serüvenini öğrendik. Çay fabrikası 100 yıllık ki makineler da muhtemelen bir o kadar yaşlı, ama gerçekten enteresandı.

Nuwara Eliya Çay Fabrikası, sanırım ki sanıyorum zira hiç görme fırsatım olmadı, bizim çay fabrikalarımızın yanında bu 100 yıllık imalathane ancak müze olarak kullanılır, ama en meşhur çaylar burada üretiliyor. İronik.
Nuwara Eliya Çay fabrikasında Seylan çayı hakkında bilgi bilgi olduk.
Nuwara Eliya Çay Fabrikasında aklıma geldi, çocukken Seylan Çayı ikramı pek bir önemli idi ki ben şimdi Seylan Çayı içinde yüzebilirim. İronik.

Çay fabrikası gezimizden sonra görevlinin uyarısı ile çay tarlalarını gezebileceğimizi ve kendimiz için çay toplayabileceğimizi öğrendik. Çay nasıl toplanır ki? Bununda yolunu bulmuşlar. Biz tarlalara yönelince yukarılardan bir kadın seke seke yanımıza geldi ve bize çay toplamayı öğretti. Bir süre bize eşlik etti ve karşılığı ne verirsek anlayışında bizden para istedi, verdik tabi. Çok şeker yaşlı bir kadındı, onu tanımak adına verdiğimiz paraya değdi.

Nuwara Eliya Çay tarlalarında Meşhur Seylan Çayını bize toplamayı öğreten tatlı Sri Lankalı Kadın

Yalnız Sri Lanka’da herkes sizden bir şeyler istiyor sürekli, para, sigara, yiyecek… Bunun için herhangi biri ile göz göze gelmeniz yetiyor. Fakirlikten mi? Bence hayır, zira Hindistan’da fakir ama bunu hemen hemen hiç yaşamadık orada. Sri Lanka’da Turistin anlamı, gelir elde etmek, az yada çok.

Nuwara Eliya Çay tarlalarında topla topla çay bitmiyor, kaybolduk.

Çay fabrikasının girişinde bir restoranı ve çay satın alabileceğiniz bir marketi var. Hem yedik, hemde en özel çay seçimini yaparak çaylarımızı içip dinlendikten sonra bir güzel alışverişte yaptıktan sonra dinlenmiş halimiz ile Kataragama’ya gitmek üzere yola koyulduk.

Seylan çayı ve Nuwara Eliya ile veda.

Yol üzerinde harika bir göl ve yerleşim alanından geçerken güzel bir öğle yemeği molası verdik.

Nuwara Eliya’dan aşağı indiğimizde, Kataragama’ya giderken karşılaştığımız çok güzel bir yerleşim alanı ve aç karnımızı doyuran güzel bir yemek molası.

Kataragama’ya geldiğimizde saat 19.00 olmuştu. Manzara göl üzerinde gün batımı, sevdik önden de sonrası pek keyifli değildi.

Kataragama’da göl, gün batımı ve yeşil, sev beni diyor.

Otelimizi adres sora sora buldu şoförümüz ama zor buldu. Belli ki bayağı uç bir seçim yapmışım rezervasyon olarak ki zaten bunu biliyordum da bu kadarını tahmin etmemişti.  Otelimiz ekolojik bir otel. Her şey doğal, ama öyle doğal ki! Sıcaktan kavrulmuş bungalov oda da böceklerden korunabilmek için devasa cibinlikler kurulmuş. Tuvalet, duş, oda anlatılmaz sadece resimlere bakıp ne demek istediğimi anlayabilirsiniz.

Ekolojik bir konaklama fikri benden çıkmıştı ama bu kadarını beklemiyordum. Üstelik hemen komşumuz Yala Park. Yani vahşi hayvanlarla komşu komşu olmak düşündürücü.

Haaa ufak bir ayrıntı otel Yala Parkın, yani vahşi yaşamın komşusu. Yani gece tuvalete kalktın, ışık yok, bahçede üstü açık tuvaletine gideceksin korkmadan, yerse. Ben biraz yok yok bayağı huysuzluk yaptım ama işte bilmediğin yerlerde öyle kolay değil otel değiştirmek, çaresiz huysuzluğumun siniri ile kabullendim.
Bavulları odaya bırakıp koşa koşa Kataragama’da festival zamanı olduğunu bildiğimizden, festivale yola koyulduk.

En ünlü tapınaklarının bahçesinde giydirilip süsledikleri filler eşliğinde sıra sıra geçit töreni yapıyor dans eden yerli halk. Ama burası Rio de Janeiro değil, olsun halk dansları festival yine de değişik seyret gitsin demek kolay, halk bir başka, fazla kalabalık, hatta biraz güvensiz bir ortam. Özellikle kadınlar için sıkıcı hatıraları olabiliyor.

Kataragama Festivali, bir festivale denk gelmenin heyecanı, festivali görünce önce şaşkınlık sonra stres ve kaç, kaç ruh haline dönüşüyor. Bu kadar çok lokal olmanın pek alemi yok yani, benden söylemesi.

Bir süre, ama çok uzun değil, seyrettikten sonra yemek yiyebileceğimiz bir yerler bakındık ki hiç mümkün değil, her yer festival ve öyle restoran falan yok. İngilizce bilen de yok ki, birden festival alanında telefon kartı standı açmış bir grup genç Sri Lankalıyı gözüm kesti bunlar İngilizce de bilir restoranda bilir diye. Doğru tahmin etmişim. Gençlerden biri bizim için Rikşacı ile konuşup bir yer tarif etti ve Rikşa bizi lüks bir otelin restoranına götürdü. İlk gördüğümüz turistler burada idi. Sonradan bunun sebebini öğrendik. Kataragama iki bölge, biri bizim kaldığımız ve aslında Yala Parkın girişine de uzak olan ve daha çok yerlilerin olduğu bölge, diğeri Yala Park girişine çok yakın olan tertemiz ve çok güzel görünen bir yer ki Kataragama’dan ayrılırken öğrendiğimiz ve uzaktan görebildiğimiz kadarı ile söylüyorum, Tissamaharama. Kısacası bizim gibi yapmayın, eğer Kataragama’ya giderseniz siz turistlerin kaldığı Tissamaharama’da kalın derim.

Lüks otelin açık büfesinde ne yedik? Ben bir şey yiyemedim, hem kalabalığın stresi hem kalacağımız otelin stresi beni fazlası ile gerdi, bütün tatilim içerisinde en gergin, en mutsuz olduğum gece bu gece.
Yemek sonrası bize otel görevlileri bir Rikşa ayarladı ve ekolojik otelimize geldik.

Gece duş yapmadan yatmak mümkün değil benim için ve artık ne olacaksa olsun modunda duşa gittiğimde bir ağacın gövdesinden akan suyun komik duygusu ile yukarıda mehtabın hoş görüntüsü birleşince az da olsa sakinleştim ve yine ne olursa olsun modunda cibinliğin içine sığınıp, elimde ki el fenerimin güven verdiği duygularım eşliğinde uyudum bir sonraki sabah Yala Park safarisi için sabah 05.00 kalmak üzere.

Sabah kalkıp toparlandık, bavullarımızı toparlayıp şoföre verdik,  safari dönüşü başka bir otele yerleşeceğiz. Ama otel çoook güzel aslında, bahçesi, doğal hali ile bir başka zaman hiç kalmayacağımız, hiç tercih edilmeyecek bir yer ve iyi ki bu hatayı yapmışımda bu anıyı yaşamışım dedim ve hala diyorum.

Saat 05.30 da bizi safariye götürecek  çocukla buluştuk. Evet, evet o bir çocuk henüz 20 li yaşların başında. Her tarafı açık bir jeep, bir çocuk ve biz Yala Parka safariye gidiyoruz. Parkta leoparlar, Sloth Bear dedikleri ayılar, filler, maymunlar, bufalolar, timsahlar, karacalar, yılanlar, kısacası bir ormanda var olabileceklerin hemen hemen hepsi var ve biz üstü açık bir jeep ve safarimizi yöneten bir çocuk ile Yala Parktayız. Kısacası bu aktivite Allah akıl fikir versin türünden bir aktivite ama heyecan verici bir şey benim için. İlk safarim.
Giriş kapısında gerekli ödemeleri yaptıktan sonra sıcak, toz ve yol olmayan yollarda, lunaparkta bindiğim bugi bugi leri hatırlatan yolculuğumuz başladı. Amaç öncelikle Leopar ve ayı ile karşılaşabilmek, karşılaşınca ne olur? Bilemeyiz? Ne akıl ama dimi!

Yala Safari başladı, üstü açık bir Jeep, sıcak, yol olmayan yol derkennn, aaaa ilk ev sahiplerimiz Yaban Domuzları bize hoş geldiniz diyorrr.
Yala National Park, biz misafiriz, ama ev sahipleri çok güzel.

Sabahın köründe yollara koyulduk, zira yaban hayvanlar yemek için, su için yakınlarımıza gelebilirler umudu ile su kenarlarında dolanıp duruyoruz. Arada bir, hem jeepi kullanıp hem de bize gösterdiğinde bile zor görebildiğimiz yaban hayata bizi şahit eden çocuk safaricimize saygı duymaya başladık valla.

Yala National Park, yaban hayat çekici bir büyüye sahip.

Umutlarımızın tükendiği öğle saatlerinde bir kayalığın tepesinde bütün haşmeti ile duran Leoparı gördüğümüzde soluğumuz kesildi. O da bizi gördü ve kükreye kükreye aşağılara çok yakınımıza belki de 50 metre ötemize kadar geldi, alçılardan görünmüyordu ama muhtemelen o bizi görüyordu. İşte bu adrenalin bambaşka bir şey. Aklınızdan binbir türlü şey geçiyor, şimdi atlayacak üzerimize de kime atlayacak, atladığında birimizi parçalarken diğerlerimiz ne yapacak? Hiççç! Elimizde bir sopa bile yok o derece yani. Safarici çocuk jeepi stop ettirmiş ilk kayalıklarda gördüğümüzde, kısacası topukla kaçalım bile zor bir ihtimal, zaten arada stop ediyor jeep ve bir kerede basmıyor marş, kısacası bu külüstür hareket edemeden biz leoparın maması oluruz o kesin.  Neyse son görüşümüz olan kükreye kükreye yanımıza inişi dışında bir vukuatımız olmadan ve Allahtan bir daha çok yakında görmeden hareket ettik. Ama biz orada iken bütün safarici ekipler geldi yanımıza, zira bu safaride herkes leopar arıyor, belasını arar gibi.

Yala National Park Leopar’ı bulduk, ama Leopar bundan pek memnun olmadığı gibi yamacımıza kadar geldi, aramızda sadece çalılar var. İşte her yeri açık bir jeepte biz ve çalıların arkasında leopar, Allahın akıl fikir vermediği gündeyiz, bu kesin!

Arada kısa bir mola sonrası yeniden bu sefer meşhur ayıyı ararken bir çok vahşi yaşam ile karşılaştık, fotoğraflar çektik.

Yala National Park, bir taraf okyanus, bir tarafta yaban hayat ormanı, sıcak, toz, hepsi bir arada.

Sonunda yine safarici çocuğumuzun uygun gördüğü ve güvenli bölge diye öğle yemeği yiyeceğimiz vahşi yaşamın kıyısında öğle yemeğimizi yiyip dinlendik.

Yala National Park, öğle yemeği molası için vahşi bir yaşam alanında böylesine rahat olmakta nasıl oluyor? Bilemedim? Ama bu kadar güzel bir yerde piknik alanı oluşturup, karnımızı doyurup, dinlenmek güzeldi valla.
Yala National Park, daha elimizde torbalarla piknik alanına girerken Özgür’ün elinden muz torbasını kapıp götüren maymun kardeşlerimiz anlaşılan yemek sonrası meyvelerimize de göz dikip beklemişler, afiyetle yediler.

Yeniden yollara koyulup bu sefer akşamüzeri yeniden su kenarlarına inebilirler umudu ile dolandık durduk, ama ne ayı ne leopar rastlamadan, hatta artık rastlamasak da olur yeter gari diyerek akşamı bulduk. Bitik.

Yala National Park son saatler, su kenarlarında ev sahibi Bufolalara ve Karacalara veda ediyoruz.
Yala National Park tan gün batımı ve Küçük Safarimizin küçük rehberi ile selfi

Yala National Par Safari maceramızı sonlandırdığımız gün batımı sonrası yaşı küçük ama safari ustası rehberimiz ile vedalaştık.

Yala National Park Safari Final Hatırası

Toz toprak içerisinde yeni otelimize gelip duş alıp temizlendikten sonra bir önceki gün macerasını yaşamamak için otelde yemek yedik ve yatıp bir güzel uyuduk.

Sabah erken kalkıp Bentota’ya okyanusun kıyısında medeni bir tatil köyü tatili yapıp bu dayak yemiş kadar yorgun bedenlerimizi dinlendireceğiz. Yani ohhh valla.

COLOMBO SON GÜN – SRİ LANKA

Dün gece karar vermiştik, Bentota’da okyanustan ve tatil köyünden biraz daha faydalanmak üzere saat 14.00 e kadar kalacaktık, otelde odalarımızı boşaltıp, mayolarımızı giyip okyanusun azgın dalgalarına bıraktık yeniden kendimizi. Güzel bir açık büfe yemeğini de yedikten sonra tatil köyümüzü arkamızda bırakıp Colombo’ya gitmek üzere yola koyulduk.

Bentota Tatil Köyüne veda ettik, son kare.

Yol artık sıkıcı ve sıcak benim için, sanırım yorulmaya başladım, ehh düşünecek olursak neredeyse bir aydır, yollar, aktiviteler, oteller, yollar diye süre giden bir aktivite içindeyim, yorulmuş olabilirim.

Colombo’da ilk geldiğimiz gün kaldığımız villamıza yeniden yerleşip, Colombo sahilinde halkın arasına karışıp yürüyüş yapıp, izledik, sokak satıcılarından karnımızı doyurduk.

Colombo Sahili, bizim Cadebostan sahili gibi, kumsalda oturanlar, uçurtma uçaranlar, gün batımına karşı atıştırmalıklarla keyif yapanlar. Güzeldi valla.
Colombo’da sahilde sokak satıcıları ve deniz ürünleri ile yapılmış atıştırmalıklar.

Sonra bir başka sahile geçmek üzere bir Rikşaya binip yolculuk yaptıktan sonra yeniden başka bir sahil yürüyüşü yapıp gözümüzün kestiği bir restoranda içki ve aperatif yemekler yiyelim diye oturduk, ama başak bir sürpriz ile karşılaştık bu gün özel bir günmüş ve Sri Lanka’nın hiçbir yerinde içki satışı yapılmıyormuş, yasakmış, iyi mi! Değil tabi, hayal kırıklığı ve bitki çayı tesellisi sonrası kös kös biraz daha yürüyüş yapıp villamıza geri döndük. Kısa bir mola sonrası ertesi gün Sri Lanka’dan ayrılmak üzere yattık uyuduk.

Sri Lanka’dan ayrılacağım için üzgün değilim, oysa Hindistan’dan ayrılacağımız son gece Varakala’da sevdiğimi arkamda bırakmanın üzüntüsünü yaşamıştım.
Doğal olanın olduğu gibi yaşanabildiği bir özelliğe sahip olmasının dışında sömürgeciliğin izlerini yoğun yaşayan, kendi kültürünü sadece turistik amaçlarla kullanabildiğinde fark edebildiğiniz bir başka dünya Sri Lanka. Belki Hindistan macerası öncesi olsa kıyaslayamayacağınız için çok etkileyici gelebilir insana ama biz bu konuda kıyas yapabildiğimizden iyi ki geldik demedik, ama gelmeseydik aklımız kalırdı ya, geldik, gezdik, gördük. Balinaları görebilseydik, köpek balıkları ile yüzebilseydik durum daha farklı olurdu belki ama bizim vaktimiz bitti. Kısmet bu kadarmış.

Sri Lanka’da 10 gün boyunca bize eşlik eden şoförümüz Predeep ile havaalanında veda selfisi.